|
|
 |
|
Mucizelerin En Büyüğü |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Mucizelerin en büyüğü
Sual: Muhammed aleyhisselam efendimizin mucizelerinin en büyüğü nedir?
CEVAP
Kur’an-ı kerimdir. Bugüne kadar gelen bütün şairler, edebiyatçılar,
Kur’an-ı kerimin nazmında ve manasında aciz ve hayran kalmışlardır. Bir
âyetin benzerini söyleyememişlerdir. İ’cazı ve belagati insan sözüne
benzemiyor. Yani, bir kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense,
lafzındaki ve manasındaki güzellik bozuluyor. Bir kelimesinin yerine
koymak için, başka kelime arayanlar bulamamışlardır. Nazmı Arap
şairlerinin şiirlerine benzemiyor.
Geçmişte olmuş ve gelecekte olacak nice gizli şeyleri haber
vermektedir. İşitenler ve okuyanlar, tadına doyamıyorlar. Yorulsalar
da, usanmıyorlar. Okuması veya dinlemesi, sıkıntıları giderdiği sayısız
tecrübelerle anlaşılmıştır. İşitenlerden kalblerine dehşet ve korku
çökenler, bu sebepten ölenler bile görülmüştür. Nice azılı İslam
düşmanları, Kur’an-ı kerimi dinlemekle, kalbleri yumuşamış, imana
gelmişlerdir. İslam düşmanlarından ve muattala, melahide ve karamita
denilen müslüman ismini taşıyan zındıklardan Kur’an-ı kerimi
değiştirmeye, bozmaya ve benzerini söylemeye çalışanlar olmuş ise de
hiçbiri, arzularına kavuşamamıştır.
Buradaki (gökten rızk indiren) tâbiri, çok kereler Musa aleyhisselam ve
kavmi, çölde yolunu kaybettiği zaman, gökten inen (Kudret helvası)
denilen ve bugün de susuz yerlerde peyda olan Manna adlı şekerli
maddeyi işaret olabilir denilmiştir. Halbuki bu açıklama yanlıştır.
Tefsir kitaplarında, âyet-i kerimedeki (Size gökten rızk indiren)
mealindeki kısım, (Size gökten rızkınızın sebebi yağmur ve gayrilerini
[kar, rutubet] indiren Allahü teâlâdır) şeklinde tefsir buyurulmuştur.
Çünkü Allahü teâlâ, bizim rızkımızı hakikaten semadan indirmektedir.
Bunu biraz izah edelim. Bugün, en büyük fen adamları, dünyada
albüminlerin, proteinlerin nasıl meydana geldiğini şöyle izah
etmektedir: (Yağmurlu günlerde yıldırım ve şimşeklerin tesirleri ile
havadaki oksijen ve azot birleşerek renksiz azot monoksit gazını
meydana getirmekte, bu gaz tekrar oksijenle birleşerek, turuncu renkli
azot dioksid, diğer taraftan yine yıldırım ve şimşeklerin tesiri ile
havadaki rutubet ve azottan, amonyak meydana gelmektedir. Azot dioksid
ise, rutubetin tesiriyle nitrik aside dönüşmekte, bu sefer nitrik asit
ile amonyak, yine havada bulunan karbonik asitle birleşerek amonyum
nitrat ve amonyum karbonat hasıl olmakta, meydana gelen bu tuzlar,
yağmurla yer yüzüne inmektedir. Yer yüzünde bu tuzlar toprakta bulunan
kalsiyum tuzları ile birleşerek kalsiyum nitratı meydana getirmekte, bu
tuz da nebatat [bitkiler] tarafından mass edilerek [emilerek] onların
yetişmesine sebep olmaktadır. Bu nebatatı yiyen insanlarda ve
hayvanlarda, o maddeler muhtelif proteinlere, [ki bunların arasında
albüminler de vardır] tehavvül etmekte ve bu hayvanların etlerini,
sütlerini, yumurtalarını yiyen insanları beslemektedir.)
O halde, insanların rızkı, Kur’an-ı kerimde bildirilmiş olduğu gibi, semadan gelmektedir.
Şimdi bir de Musa aleyhisselam zamanında tanrılık iddiasında bulunan Firavun’un, (ibret için) ne olduğuna bakalım:
“(Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin
bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu,
hakikaten âyetlerimizden gafildirler.” [Yunus 92]
Firavun, eski Mısır hükümdarlarına verilen isimdir. Mısır’a hakim olan
26 firavun sülalesi vardı. Her sülalede çeşitli firavunlar asırlarca
hükümdarlık etti. Musa aleyhisselam zamanındaki firavun, tanrılık
iddiasında bulundu. Kendisine secde etmeyenlere ve Musa aleyhisselama
inananlara işkence ve zulümler yaptı. Bu firavun dört yüz sene yaşamış,
bir defa baş ağrısı görmemişti. Eğer bir defa başı ağrısaydı, bu
saygısızlık hatırına gelmezdi.
Musa aleyhisselam, Mısır’a gelip Firavunu dine davet etti. Firavun
kabul etmedi. Yanındaki veziri Hâmân’a sordu. O da; “Musa, büyük
sihirbazdır. Bizi aldatıp, memleketimizi elimizden almak istiyor.”
dedi. Böylece Firavunun imana gelmesine mani oldu ve iman eden hanımı
Âsiye’nin de şehid olmasına sebep oldu.
Musa aleyhisselamın mucizelerine Firavun inanmadı, kâfirlerin suları
kan oldu, kurbağa yağdı, cilt hastalıkları oldu. Üç günlük karanlık
devam etti. Firavun bu mucizeleri görünce korktu. Musa aleyhisselam ile
inananların Mısır’dan gitmesine izin verdi. Sonra Firavun bu iznine
pişman oldu. Askerlerle arkasına düştü. Kızıldeniz’in Süveyş kısmında
askerleri ile birlikte boğuldu.
Firavunun, Musa aleyhisselama ve ona inanan kimselere karşı yaptığı
işler hakkında Bekara, Kasas, Tâhâ, Şuarâ, Tahrim, Gâfir (Mü’min),
A’râf, Yunus, Zuhruf, Duhan, İsrâ, Sâffât, Ankebut surelerinde bilgi
verilmektedir. Yunus suresi 92. âyet-i kerimesinde mealen; “(Ey
Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin
bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu,
hakikaten âyetlerimizden gafildirler” buyurulmaktadır.
Üç bin seneden fazla bir zaman önce ölen bu Firavunun cesedi,
mumyalanmış olarak değil, ibret-i âlem için mumyasız olarak
korunmuştur, tam bir ibret vesikası olarak vücudu hiç bozulmamış,
etleri çürümemiş ve tüyleri dahi dökülmemiş şekilde ve secde eder
vaziyette bulunmuştur. Firavunun bozulmamış bu cesedi şimdi Londra’daki
British Museum’da teşhir edilmektedir.
Son olarak, Kur’an-ı kerimin Muhammed aleyhisselamın en büyük mucizesi
olduğuna dair, herkesin bildiği bir olayı, bir hakikati burada tekrar
hatırlatalım:
Müslümanlığı tercih edenlerin arasında denizaltı araştırmaları ile
bütün dünyanın yakından tanıdığı, dünyanın en meşhur denizaltı
kâşiflerinden Fransız ilim adamı Kaptan Kusto yer alıyor.
Televizyonda yayınlanan Yaşayan Deniz programı ile okyanusların
sırlarını bir bir gözler önüne getiren Kaptan Kusto, İslam dinini
tercih etmesine asıl sebep olan vak’anın, Atlas Okyanusu ile Akdeniz
sularının birbirine karışmadığını tespit ettikten sonra, bunun 1400
sene önce dünyaya indirilen Kur’an-ı kerimde beyan buyurulduğunu
görmesi olduğunu bildirdi.
Kaptan Kusto, İslam dinini tercih etmesine sebep olan hadiseyi şöyle anlattı:
(1962 senesinde Alman ilim adamları, Aden körfezi ile Kızıldeniz’in
birleştiği Mendeb boğazında, Kızıldeniz’in suyu ile Hind Okyanusunun
suyunun birbirine karışmadığını bildirmişlerdi. Biz de, Atlas Okyanusu
ile Akdeniz’in sularının birbirine karışıp, karışmadığını tetkik etmeye
başladık. Evvela, Akdeniz’in kendine has sıcaklığı, tuzluluğu ve
kesâfeti ile ihtiva ettiği canlıları tespit ettik. Aynı tetkikatı Atlas
Okyanusunda tekrarladık. İki su kütlesi binlerce seneden beri
Cebelitarık boğazında birleşiyordu. Bu vaziyette, iki su kütlesinin
karışması ile tuzluluk, kesâfet gibi unsurların birbirlerine müsavi,
hiç olmazsa yakın olması icap ediyordu. Halbuki, her iki denizin en
yakın kısımlarında bile deniz suyu kendi hassasını koruyordu. Yani, iki
denizin birleşme noktasında bir su perdesi iki deniz suyunun birbirine
karışmasına mani oluyordu. Bu hâli anlattığım [İslamiyet`i seçerek
müslüman olan] Profesör Maurice Bucaille, bunda şaşılacak bir şey
olmadığını, İslam’ın kudsi kitabı Kur’an-ı kerimin bunu açık bir
şekilde yazdığını söyledi. Hakikaten bu hâl Kur’an-ı kerimde
açıklanıyordu. Bunu öğrenince Kur’an-ı kerimin (Allahü teâlânın kelamı)
olduğuna inandım. Hak din olan İslamiyet’i seçtim.)
Birbirine karışmayan iki denizin bulunduğu hususunda birkaç âyet-i kerime vardır:
(Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerinin ki tuzlu ve acı
iki denizin arasına bir engel, aşılamaz bir serhat koyan Odur.) [Furkan
53]
(İki deniz, birbirine bitişik iken, [Rabbinizin koyduğu engel ile] birbirine karışmaz.) [Rahman 19, 20]
(....iki deniz arasına perde koyan...) [Neml 61]
(İki denizden biri tatlıdır, harareti keser, içimi kolaydır. Diğeri de tuzludur, boğazı yakar.) [Fatır 12]
Yukarıdaki bilgileri, (Kur’an-ı kerimde bildirilen şeyler, fen
bilgilerine uymuyor, Muhammed “aleyhisselam” arkadaşlarıyla kendi
yazdı) diyenlere cevap olarak yazıyoruz.
İslam âlimleri, tefsir ilminin mütehassısları, âyet-i kerimeleri,
zamanlarındaki fen bilgilerine göre tefsir etmişlerdir. Biz burada,
Kur’an-ı kerimin her asırdaki fen bilgilerine uygun olduğu gibi, en
yeni keşiflere de muvafık olduğunu göstermek istiyoruz. Her âyet-i
kerimenin birçok, hatta sonsuz manası vardır. Çünkü, Allahü teâlânın
bütün sıfatları gibi, kelam sıfatı da sonsuzdur. Bu manaların hepsini,
ancak Kur’an-ı kerimin sahibi, yani Allahü teâlâ bilir. Bunların çoğunu
sevgili Peygamberine bildirmiştir. Bu mübarek Peygamberi de, münasip
gördüklerini Eshabına haber vermiştir. Yukarıda verdiğimiz malumat, o
manalar deryasından birkaç damla olabilir kanaatindeyiz.
Şimdi biz, bütün bu fen adamlarına, (Acaba bu hakikatleri bundan tam
1400 sene evvel, okuma yazma öğrenmemiş olan bir zat düşünebilir
miydi?) diye soracak olsak, onlar: (Böyle şey olur mu? Bugün, bu
hakikatlere varmak için, insanlar sayısız kitaplar okumuşlar, sayısız
tecrübeler yapmışlar ve ancak asırlardan sonra, bu hakikatlere
varmışlardır. Bu tecrübeleri yapabilmek için, uzun seneler okumak,
muazzam laboratuvarlar kurmak, birçok hassas aletleri hazırlamak ve
kullanmak icap eder) diyeceklerdir.
O halde, okuma yazma öğrenmemiş olan ve tamamen cahil bir muhitte
yetişen bir zatın, böyle muazzam ilmi hakikatleri kendiliğinden bulup
ortaya koyması düşünülebilir mi? Elbette ki düşünülemez. O halde,
Kur’an-ı kerimin Muhammed aleyhisselam tarafından yazıldığı iddiasını
yapmak hiçbir bakımdan doğru değildir. Bugün, birçok gayretlerden
sonra, elde edilen hakikatleri bize 1400 sene evvel bildiren bir kitab,
ancak Allahü teâlânın Kitabı olabilir. Böyle muazzam bir kudret,
insanlarda olamaz. Ancak Allahü teâlâda vardır. Yukarıdaki hususları
dikkat ile okuyan herkes, buna inanacaktır. Buna inanmamak taassup,
inatçılık ve cahillik olur. Muhammed aleyhisselam Kur’an-ı kerim
surelerini neşr ederken, ancak Allahü teâlânın kendisine vahiy ettiği
sözleri nakil ediyor, bunları O da, diğer insanlarla birlikte
öğreniyordu.
Resulullah efendimiz hakkında, bütün dünyanın ancak hürmet duyduğunu ve
mutaassıp birkaç papazdan başka hiç kimsenin aleyhinde hiçbir söz
söylemediğini bir kere daha tekrar edelim. Aşağıda Almanya’da Stuttgart
şehrinde 1888 [h.1305] senesinde, neşr edilmiş olan Kürschner
ansiklopedisinin (Muhammed ve İslam dini) hakkındaki yazısını beraber
okuyalım. Bu yazıyı bir ansiklopediden almamız, bu gibi kitapların,
tamamen her hususu yanlış yazamayacaklarına göre, bazı hususları doğru
yazmak mecburiyetinde kalmaları sebebi iledir. Bizi burada asıl
alakadar eden kısım, Peygamber efendimizin ahlakı ve meziyetleri
hakkında kullanılan sözlerdir. Daha bundan yüz sene evvel, İslam dini
hakkında hıristiyan ilim adamlarının neler düşündüğünü de bildirdiği
için, bu parçayı tamamen tercüme ederek sizlere sunuyoruz:
(Muhammed “aleyhisselam”ın künyesi, Ebülkasım bin Abdullahdır. İslam
dininin müessisidir. 20 Nisan 571 tarihinde Mekke’de doğmuştur. Küçük
yaşından beri ticaret ile meşgul olmuş, çok seyahatler yapmış, halk ile
temas etmiş, her şeyi öğrenmeye heveslenmiştir. Daha genç yaşında,
zengin bir tüccardan dul kalmış olan ve işlerini takip için kendisini
yanına almış bulunan, Hatice ile evlenmiştir.
610 senesinde, kendisinin Peygamber olduğuna ve Allah tarafından
kendisine vahy geldiğine inanmış ve tek Allah mefhumunu, birçok putlara
tapan Araplara tebliğ için, büyük bir gayret ile faaliyete geçmiştir.
Muhammed “aleyhisselam”, Allah tarafından bu vazifenin kendisine
verildiğine bütün kalbi ile inanıyordu. Mekke halkının büyük kısmı
kendisinin aleyhinde olduğu, fikirlerini şiddet ile red ettiği, hatta
kendisini öldürmek istedikleri halde, mücadelesini, faaliyetini
durdurmadı. Nihayet, kendisine karşı çıkanların fazla tazyiki üzerine,
622 senesinde Mekke’den ayrılarak Yesrib [Medine] şehrine gitti.
Müslümanlar bu harekete (Hicret) adını verirler ve takvimlerini bu
tarihe göre başlatırlar.
Muhammed “aleyhisselam”, Medine’de birçok taraftar buldu. Bir
putperestlik dini olan eski Arap dinini tamamen ıslah, onlara Allah’ın
bir olduğunu ispat etmek istiyordu. Muhammed “aleyhisselam”ın
bildirdiğine göre, hak din olan İbrahim “aleyhisselam”ın dininde
bildirdiği esaslar ile, Musa ve İsa’nın “aleyhimesselam” bildirdikleri
dinlerin esasları birdi. Fakat sonradan bu dinlerin içerisine bozuk
itikadlar, inanışlar karıştırılarak tahrif edilmiş, yahudilik ve
hıristiyanlık şeklini almıştı. Muhammed “aleyhisselam”, bütün bu
dinlerin birbirinin temadisi, devamı olduğunu ve en temizlenmiş
şeklinin ise, ancak İslamiyet olduğunu herkese anlatıyordu.
(İslam) demek, (kendini tamamen teslim etmek) demektir. İslam dininin
kitabı, Kur’an-ı kerimdir. Diğer dinlerin kitaplarında yalnız manevi
hususlardan bahis olunurken, Kur’an-ı kerimde aynı zamanda, içtimai,
iktisadi ve hukuki hükümler de mevcuttur. İnsanlara dünyada neler
yapmaları lazım geldiği hakkında, hatta medeni kanun şeklinde olan
hükümler çoktur. Aynı zamanda, nasıl ibadet edileceği, nasıl oruç
tutulacağı, vücudun nasıl yıkanacağı hakkında emirler bulunduğu gibi,
diğer insanlara ve başka dinden olanlara karşı nasıl hüsn-i muamele
edileceği hakkında da malumat vardır. Kur’an-ı kerim, müslüman olmayan
zalim hükümetlere karşı mücadeleyi emreder. Bütün esası tek Allah’a
ibadet etmektir. Dini resimleri, heykelleri men eder. Şarabı ve domuz
etini yasaklar. Musa ve İsa’yı da “aleyhimesselam”, Peygamber olarak
kabul eder. Fakat, bunların derecelerinin son Peygamber olan Muhammed
“aleyhisselam”dan daha aşağı olduğunu bildirmiştir.
İslam dinini kabul edenler ve Onun emirlerine uygun olarak yaşayanların
ahirette, içinde dünya zevkleri, nehirler, meyveler, ipekli sedirler
bulunan Cennete gideceklerini ve orada kendilerine genç ve güzel
huriler verileceğini müjdeler.
Benzeri ile ibadet olmaz ise de, okunan Allah kelamıdır, saygı durmak şarttır.
_________________
|
|
Bugün 26 ziyaretçi (175 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|