|
|
 |
|
samimi dualar |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Arkadaşlar bu güzel yazıyı çok beğendim, sizlerin de beğeneceğinizi umuyorum.
Lütfen sonuna kadar okuyunuz.Şimdiden teşekkürler....
Dün gece bir rüya gördüm; iri cüsseli iki adam beni ateş kuyularının
bulunduğu bir yere götürüyordu. O anda birden sizler çıkıverdiniz. O
adamlara, bu adam çok sıkıntılı bir zamanımızda bize yardım etti, onu
oraya götürmeyin, dediniz ve adamlar birden kayboldu, ateş çukurları
gül bahçesine, ömrümde görmediğim çiçek bahçelerine dönüşüverdi.
Dağların ardında kızıl bir topu andıran güneş, son ışıklarıyla şehri
selâmlıyordu. Her yer gri akşam yalnızlığına terk ediliyordu yavaş
yavaş. Ama dışarıda bir sükûnun kucağına koşan insanlar da yok değildi.
Sessizliğe adım adım ilerleyen bir şehirdi burası. Bu şehirde diğer
Anadolu şehirleri gibi aydınlık yarınları bekliyor; karanıkların
bağrına ışık hüzmeleri gönderiyordu.
Günlerden perşembe idi. Salih, arkadaşı Kerim`le yurdun idare katında
oturuyordu. Her ikisi de yarını düşünüyor, âdeta yarının ızdırabıyla
kıvranıyorlardı.
“Ah bir yarın geçse, şu iş bir yoluna girse Allah`ım ne olurdu! Ne kadar âciz kaldık, ne yapacağız Salih Bey?” dedi Kerim.
Salih vakarını koruyan bir tavırla: “Sabret arkadaşım, gün doğmadan neler doğar, hele biraz daha sabredelim.” dedi.
Salih, Erzurumluydu. İliklerine kadar dadaştı. Sabrın acı meyvesini
henüz küçük yaşlarda tatmıştı. Annesini sekiz yaşında iken kaybeden
Salih`i babası yetiştirmişti. Babası, Salih`in iyi bir insan olması
için elinden gelen bütün gayreti göstermişti. Onunla yeri geldiği zaman
kardeş, yeri geldiği zaman da bir sırdaş olurdu. O sabrın tevekkülle
olan aşkını çok genç yaşlarda babasından öğrenmişti. Babası: “Oğlum
ilim ve irfan öğreneceksin, bu milletin irşada ihtiyacı var. Sen
kendini iyi yetiştir ki; senin yetiştireceğin insanlar da iyi birer
vatandaş olsun.” demiş ve onu üniversiteye kadar okutmuştu. O şimdi,
bir öğrenci yurdunda idareciydi. Üniversite öğrencilerinin kaldığı
Serhat Yurdu, gerçekten şehrin en güzel ve en müstesna yerindeydi.
Serhat Yurdu’nda iken Salih zamanın nasıl geçtiğini anlamazdı.
Öğrencilerin her biriyle ayrı ayrı ilgilenen Salih Bey, geceleri
arkadaşı ve dostu Kerim’le tek tek yatakhaneleri kontrol ederdi. Üzeri
açılmış, battaniyesi düşmüş bir öğrenci gördüğünde, bir anne şefkatiyle
battaniyeyi yerden kaldırır ve öğrencinin üzerini örterdi. Salih:
“Evet, Kerim bunlar bize birer emanet, bu emanetlere sahip çıkmazsak
Allah bize bunun hesabını sorar; bunun ötesinde bu arkadaşların bir an
önce yetişmeleri gerekir. Dünyanın ilme, ahlâka, fazilete her şeyden
önce sevgiye ihtiyacı var. Bu arkadaşlarımız birer sevgi kahramanı
olacak. Onlar, fünûn-u medeniyeyi vicdanın ziyasıyla birleştirecekler.
Dünyanın dört bir yanı bu bahar çiçeklerini bekliyor.” derdi.
Oturdukları koltuktan önce Kerim kalktı ve “Ağabey sana bir şey
söyleyeceğim; ama bu söylediğime ikimiz de şartsız itaat edeceğiz tamam
mı?” dedi. Kerim`deki bu âni heyecan Salih`i de heyecanlandırmıştı.
Kerim`in heyecanlı olması normaldi. O, deniz dalgalarının
maviliklerinde, Trabzon`da doğmuştu. Karadeniz`in çakır gözlü çocuğu
Kerim, hem üniversite okuyor, hem de yurtta rehber öğretmenlik
yapıyordu. Bölümü de güzeldi; psikolojik danışmanlık ve rehberlik.
Dershanedeki rehber öğretmeniyle seçmişlerdi bu bölümü. Dershaneye
gittiği yıllarda, rehberlik hocası ondaki kabiliyeti keşfetmiş ve ona
bu bölümü tavsiye etmişti. Şimdi o son sınıftaydı.
Kerim odanın içinden akşamın koyu karanlığına bakarak; “Salih Ağabey,
yarın cuma, bu gece seninle teheccüde kalkıp sabaha kadar dua edelim.
Ben senin duana `âmin` diyeyim, sen de benimkine. Ve sabahın ilk
ışıklarıyla şehirdeki bütün işyerlerini sırasıyla dolaşıp derdimizi
anlatalım olmaz mı?” Dua her zaman, bilhassa çaresizlikte en büyük
güçtü. Samimî yapılırsa nelere vesile olmazdı. Salih birden
heyecanlandı; “Neden olmasın Kerim.” dedi ve ekledi: “Ama şöyle bir
şart koyalım kendimize, istisnasız önümüze hangi işyeri çıkarsa çıksın
girip derdimizi, arzumuzu anlatacağız onlara; ister dinlerler, ister
dinlemezler, bu, onların bileceği iş.” sonra odadan ayrıldılar.
Gecenin ilerleyen saatlerinde iki dertli gönül, odanın loş ışıkları
altında inleyen bir ney gibi iki büklüm olmuştu. Seccade dua ikliminde
yaşaran gözlere âdeta eşlik ediyordu. Kerim’in lisanı “Gurbet Ufukları”
nı soluklayan o dertli insanın nağmeleriyle coştu: “Ey Rabb`im!
Elimizden tut, dostlarının yüzüne baktığın gibi bize de rahmetinle
teveccühte bulun… İç dünyamızı varlığının ziyasıyla nurlandır ve bizi
Sensizliğin zulmetlerinden, zindanlarından halâs eyle ve eşiğine baş
koymuş kapının şu sâdık kullarını yalnız bırakma. Sen’den kalblerimize
ışık, iradelerimize güç, düşüncelerimize istikamet, niyetlerimize de
hulûs istiyoruz. Bizleri iç dünyamızla yeniden inşa ederek ruhlarımıza
ahsen-i takvîm sırrını duyur.” Kerim`in bu içten duasına, Salih
hıçkırıklarıyla: “Ne olursun Allah`ım bizi mahcup etme, bize emanet
edilen şu kardeşlerimizin dertlerine derman ol!” diyerek ‘âmin’ dedi.
Sabah`ın ilk ışıklarıyla iki gönüldaş yola koyuldu. Akşam
kararlaştırdıkları gibi bütün iş yerlerini atlamadan dolaşacaklardı.
Şehrin en işlek caddesinden başladılar işe. İlk girdikleri markete
anlattılar dertlerini, oralı bile olmadılar. İkinci bir iş yerine
girdiler; burası son derece lüks bir giyim mağazasıydı. İş yeri
sahibine dertlerini anlattılar; fakat oradan da umdukları cevabı
bulamadılar. Nihayetinde Salih ve Kerim hemen hemen caddedeki bütün
işyerlerini dolaşmışlardı. Son bir yer vardı. Adımlarını attılar, tam
içeriye girecekleri vakit kapıdaki yazıyı fark ettiler. İkisinin de
yüzleri kızardı, burası bir bardı. Adımlarını gerisin geriye
çevirdiler. Ama Kerim, Salih`e akşam birbirlerine verdikleri sözü
hatırlattı. Bir hamleyle içeri girdiler. Alışık olmadıkları bir
ortamdı. Barmenler ‘buyurun’ deyip masa gösterdiler. Salih Bey
patronlarıyla görüşmek istediklerini söyledi. Barmenlerden biri Salih
ve Kerim`i arka tarafta izbe bir yere götürdü. Karşılarında kırk
beş-elli yaşlarında saçları kırlaşmış iri kıyım bir adam duruyordu.
Salih Bey titrek bir sesle selâm verdi. Kendini ve arkadaşını takdim
etti. Adam, gâyet nazik bir edâ ile; “Hoş geldiniz, buyurun nasıl
yardımcı olabilirim?” dedi. Salih Bey: “Efendim ben ve arkadaşım Serhat
Öğrenci Yurdu`nun idarecisiyiz. Yurdumuzda Anadolu`muzun değişik
illerinden okumak için gelmiş öğrenciler var. Biliyorsunuz ki bu
öğrencilerimizin maddî durumları iyi değil, bizler elimizden geldiği
kadar siz esnaf ağabeylerimizin burslarıyla bu öğrenci arkadaşlarımıza
yardımcı olmaya çalışıyoruz. Yalnız bu ay durumumuz oldukça kötüleşti,
fırına olan iki aylık ekmek borcumuzu ödeyemedik ve şu anda borcumuzu
ödeyemezsek, ekmek alamayacağız, yarından itibaren öğrencilerimiz
ekmeksiz kalacaklar. Şâyet bizlere yardımcı olursanız bu güzîde
evlâtlarımızın içinde bulunduğu bu müşkül durumdan kurtarılmasına
vesile olursunuz.” dedi. Adam oturduğu koltuktan kalktı, elindeki
sigarasından derin bir nefes çektikten sonra hiçbir şey söylemeden yan
tarafta bulunan kasaya yöneldi. Kasayı açtı, orada deste hâlinde
bulunan yirmi milyonluk banknotlardan iki desteyi alıp Salih`e uzattı.
Salih şaşkındı, Kerim`in dili tutulmuştu. Barın sahibi Hayri Bey, Salih
ve Kerim`e dönerek: “İki tane zarif tertemiz delikanlı, benim
çalıştırdığım iş yerinin durumunu bile bile buraya gelmişler ve benden
yardım istiyorlar. Çok müşkül durumda olmasaydınız, buraya
gelmezdiniz.” diyerek Salih ve Kerim`e birer çay ikram etti. Çayı
şaşkınlıkla içen bu iki arkadaş, teşekkür ederek buradan ayrıldılar.
Serhat Öğrenci Yurdu`nun üzerine güneşin ilk ışıkları vururken, kapı
zili aralıksız çalmaya başladı. Kapıyı açan nöbetçi öğrenciye, Salih ve
Kerim Beyler soruluyordu. Nöbetçi öğrenci, misafiri salona aldı. Salih
ve Kerim Beyler, karşılarında Hayri Beyi görünce hem şaşırdılar, hem de
korktular. Kerim içinden “Eyvah bu adam akşam bize verdiği parayı geri
isteyecek galiba, ne yapacağız şimdi!” diye düşünürken Hayri Bey:
“Arkadaşlar ne olursunuz gelin beni bir dinleyin hele… Ben bir rüya
gördüm; iri cüsseli iki adam beni ateş kuyularının bulunduğu bir yere
götürüyordu. O anda birden sizler çıkıverdiniz. O adamlara, bu adam çok
sıkıntılı bir zamanımızda bize yardım etti, onu oraya götürmeyin,
dediniz ve adamlar birden kayboldu, ateş çukurları gül bahçesine,
ömrümde görmediğim çiçek bahçelerine dönüşüverdi. Allah, sizden razı
olsun. Buraya, sizlere teşekkür etmeye geldim. Ne olursunuz, bir
derdiniz olduğu zaman lütfen hemen bana gelin.” dedi.
Salih ve Kerim birbirlerine baktılar, Hayri Bey ağlıyordu. Hayri Beyi
ağlatan Salih ve Kerim`in samimi dualarıydı. Salih bir an babasının
kendisine söylediği şu sözü hatırladı: “Allah`ın rızasını gözeterek hayır yapan bir insanı Allah hiçbir yerde yalnız bırakmaz.”
_________________
|
|
Bugün 6 ziyaretçi (15 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|